Tarihte Dönüm Noktaları: VIII.Henry, Anne Boleyn, I.Elizabeth
Düşünsene; İngiltere Kralısın, Aragon’lu Catherine’in (İspanya’yı birleştiren Aragonlu Ferdinand ve Castilli Isabel’in kızı) ile evlisin, bir kızın olmuş bu evlilikten ama oğlun olmamış. Sarayda etrafında dolaşan asil aileler kızlarını sana peşkeş çekiyor.
O zamanlar, dünya düzeni öyle. Kimi istersen alıyorsun koynuna ve böylece bu kızların aileleri yükseliyor, daha yüksek unvan alıp mal-mülk ediniyorlar. Kralı memnun edersen unvan ve mülk edinebiliyorsun ama en ufak hatada her şey elinden alınabiliyor (Bugünden çok farkı var mı acaba?). Neyse, Anne Boleyn’in ailesi de bu hırs içinde. Kral Anne Boleyn’e aşık oluyor ama Anne Boleyn akıllı ve “evlenmeden olmaz” diyor. Kral VIII.Henry evliliğini bitirmek için çare arıyor. Sonunda İngiltere Vatikan’dan ayrılıyor çünkü Henry’nin Catherine ile olan evliliğini Vatikan geçersiz kılmıyor ama Kralın Anne Boleyn’e tamamen sahip olması gerek. O yüzden Vatikan’dan ayrı kendi kilisesini kurup başına geçiyor ve Catherine ile olan evliliğini geçersiz kılıp Anne ile evleniyor. Bir kızları oluyor: Elizabeth. Anne Boleyn erkek evlat doğuramadığı için stresli ve zaman geçiyor. Saray entrikaları ile Anne sadakatsizlikle ve ensest ilişki ile suçlanıyor. Kralın işine geliyor. Anne Boleyn’den sıkılmış zaten. Erkek çocuk da doğuramadı. Anne yargılanıyor ve suçlu bulunuyor. Sonuçta kafası kesilerek idam ediliyor.
Bu hikayede gerçek bir aşk var mıydı, Anne Boleyn ensest ilişkiye girdi mi yoksa masum muydu, belli değil. Gerçek şu ki Kral VIII.Henry Anne Boleyn ile evlenebilmek için Vatikan’dan ayrılıp ayrı bir kilise kuruyor ve bu İngiltere’nin önünü açıyor. Belki, 16. Yüzyılda zaten tüm Avrupa’da başlamış olan aydınlanma ve reform hareketlerinin bir etkileşimiydi ama sonuçta Vatikan bağnazlığından kurtulmanın yolunda ilk adım oluyor İngiltere için ve belki bunlar yaşanmasa aydınlanma, reform ve akabinde endüstri devrimi İngiltere’ye çok geç gelebilirdi ve İngiltere bugünkü gibi dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olamazdı.
İkinci gerçek ne? VIII. Henry’nin Anne Boleyn’den doğan kızı Elizabeth tahta çıkıyor ve İngiltere’nin altın çağını yaşatıyor. Ama Elizabeth’in nasıl bir hayatı oluyor? Sürekli öldürülme tehlikesi içinde geçen bir hayat… Ondan önce tahta babadan sonra küçük yaşta Edward geçiyor. Edward, 3 numaralı eş, Jane Seymour’dan doğma, protestan olarak yetişmiş. Taht sırasında ilk o var, erkek çocuk olduğu için ama hastalıklı bir çocuk, ölüyor kısa sürede. Sonra en büyük kızkardeş Mary geçiyor. Mary, Aragon’lu Catherine’in kızı, koyu Katolik olarak yetişmiş ve son derece bağnaz. VIII.Henry Vatikan’dan ayrıldıktan sonra daha açık görüşlü bir İngiltere yaratmıştı, kilise korkusunu ve kilise hakimiyetini azaltmıştı. Ama Mary tahta geçince kafir suçlamalarıyla bir sürü insanı yakılarak ölmeye mahkum etmeye başlamıştı. Bağnaz Katoliklik geri gelmişti kısa bir süre için ve Mary çok yaşamadı tahtında, evlat da doğuramadı, üstelik İspanya Prensi Philip ile evlenmişti. Onların bir çocuğu olsa ve tahta geçseydi İngiltere koyu, bağnaz Katolik bir yönetim altında geri kalmış bir medeniyet olacaktı.
Mary, Kızkardeşi Elizabeth’i de öldürtmedi, onu ikna etmek için çok uğraştılar, rivayete göre. Bir kısım insan Mary’i devirip tahta Elizabeth’i geçirmek istedi. Mary bu tehditi ortadan kaldırıp kardeşinin katledilmesi emrini vermesi için çok dolduruldu ama dolduruşa hiç gelmedi. Bazen tanrı inancı iyi oluyor belki, Tanrı’dan korktu, masum bir insanı öldürtse cehenneme gidebilirdi diye düşündü muhtemelen. Aslında, din inancı değil vicdanlı oluşu sebep olmuştu buna, sadece farkında değildi.
İşte bu ortamda doğdu ve büyüdü Elizabeth. Sonunda ablası Mary ölünce İngiltere Kraliçesi oldu. Etrafındaki herkes onu politik çıkar için evlenmeye yönlendirmeye çalıştı. Ama o kimse ile evlenmedi. O İngiltere ile evliydi zaten. Sonuçta, İngiltere Elizabeth döneminde altın çağını yaşadı. VIII.Henry Anne Boleyn’e olan aşkı için ortalığı yakıp yıkmasa, Mary inancı yüzünden onun canını bağışlamamış olsa bunlar olur muydu?
Uzun lafın kısası: İnsanlığın gelişimi için bağnazlıkla her daim savaşmak gerek…